HZ.MUHAMMED (S.A.S)'İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI
" Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik".(el-Enbiyâ Sûresi, 107)
l- HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ ( DOĞUMU)
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel
(20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan
"Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu.
Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz
(s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.
Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:
"Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla
yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve
meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce
sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir. İslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış,
mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.
2- SOYU (NESEBİ) Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.)'in babası, Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah; annesi ise Vehb'in kızı Âmine'dir. Babası Abdullah, Kureyş Kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan, annesi Âmine ise Zühreoğulları kolundandır. Her ikisinin soyu, bir kaç batın yukarıda, "Kilâb"da birleşmektedir. Her ikisi de Mekke'lidir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Hz.İbrâhim'in büyük oğlu Hz. İsmâil'in
neslindendir. Soyu Adnân'a kadar kesintisiz bellidir.Adnân ile Hz.İsmâil
arasındaki batınların sayısında neseb bilginleri ihtilâf etmişlerdir.
Peygamber (s.a.s.) Efendimizin soyu, çok temiz ve çok şerefli bir neseb zinciridir. Bir hadisi şerifte Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden
Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum
'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim", buyurmuştur. Diğer bir hadisi şerifte bu seçilme işi şöyle anlatılmıştır.
"Allah, Hz İbrâhim'in oğullarından Hz. İsmâil'i, İsmâiloğullarından
Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından Kureyşi, Kureyşden Hâşimoğul-larını,
Hâşimoğullarından da beni seçmiştir." Bir başka hadis-i şerifinde de Rasûl–i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine
naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama
gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır".
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, Suriye seyâhatinden dönerken Yesrib (Medine)'de hastalanarak 25 yaşında vefât etmiş ve orada defnedilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.)'e, babasından mirâs olarak beş deve, bir sürü koyun, doğduğu ev ve künyesi Ümmü Eymen olan Habeşli Bereke adlı bir câriye kalmıştır.
3- HZ. MUHAMMED (S.A.S.) SÜT ANNE YANINDA
Başlangıçta çocuğu (3 veya 7 gün) annesi Âmine emzirdi. Sütü yetmediği için,
daha sonra amcası Ebû Leheb'in azatlı câriyesi Süveybe tarafından emzirildi.
Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)'in devamlı süt annesi Hevâzin Kabîlesinin Sa'doğlulları kolundan Halîme oldu.
Mekke'nin havası ağır olduğu için, Mekkeliler yeni doğan çocuklarını çölden
gelen süt annelere verirlerdi. Çöl ikliminde çocuklar hem daha gürbüz
yetişiyor, hem de bozulmamış (fasih) Arapça öğreniyorlardı. Hz. Muhammed
(s.a.s.)'de bu âdete göre süt annesi Halîme'ye verildi. Halîme, yetim bir
çocuğu emzirmenin kârlı bir iş olmayacağı düşüncesiyle, başlangıçta tereddüt
göstermişse de, daha sonra bu çocuğun evlerine uğur ve bereket getirdiğini
görmüş ve O'nu öz çocuklarından daha çok sevmiştir. Süt kardeşi Şeyma da
bakımında annesine yardımcı olmuştur. Hz.Muhammed (s.a.s.) süt
annesi ve süt kardeşleri ile sonraki yıllarda dâima ilgilenmiştir. Halîme
kendisini ziyârete geldiği zaman onu "anacığım" diyerek karşılamış, altına
elbisesini yayarak, saygı göstermiştir. Hz. Muhammed (s.a.s.) dört
yaşına kadar, süt annesinin yanında çölde kaldı. Dört yaşında Halîme çocuğu
Mekke'ye götürerek annesine teslim etti. İslâm târihçileri, bu esnada "şakk-ı
sadr" (göğüs açma) olayının meydana geldiğini, çocukta görülen bu gibi
olağanüstü hallerin Halîme'yi endişelendirdiğini, bu yüzden çocuğu annesine
teslime mecbûr kaldığını naklederler.
4- MEDİNE ZİYÂRETİ Hz. Muhammed (s.a.s.) dört yaşından altı yaşına kadar, öz annesi Âmine ile
kaldı, O'nun şefkat ve ihtimâmı ile yetişip büyüdü. Altı yaşında iken,
babasının Medine'de bulunan kabrini ziyâret etmek üzere, annesi ve sadık
hizmetçileri Ümmü Eymen'le beraber Medine'ye gittiler. Medine'deki akrabaları
Neccâroğullarında bir ay kadar misâfir kaldılar. Dönüşte, Medine'nin 23 mil
güneyinde Ebvâ Köyü'nde Âmine hastalandı. Henüz doğmadan babasından yetim kalmış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında iken annesinden de öksüz kalıyordu. Bu acıyı bütün varlığı ile hisseden anne, oğlunu şefkat dolu gözlerle süzdü. Bağrına basıp uzun uzun öptü. Masûm yüzüne bakarak
"Her yeni eskiyecek, her fâni yok olup gidecek, Ben de öleceğim, fakat buna gam yemem,
Namımı ebedi kılacak hayırlı bir halef bırakıyorum..." anlamına bir şiir
söyledi. Bu sözlerden sonra vefât etti. Annesinin ölümünden sonra çocuğu Ümmü Eymen Mekke'ye götürüp dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.
Altı yaşından sekiz yaşına kadar, çocuğa dedesi Abdülmuttalib baktı.
Abdülmuttalib seksen yaşını geçmiş bir ihtiyârdı. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz
sekiz yaşında iken dedesi de öldü. Ölürken, on oğlu içinden Hz. Muhammed
(s.a.s.) Efendimizin yetiştirilmesini, öz amcası Ebû Tâlib'e bıraktı.
Yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılı Hudeybiye Barışı dönüşünde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, annesinin kabrini ziyâret edip, teessürle gözyaşı döktü.
Annemin bana olan şefkatini hatırlayarak ağladım, buyurdu.
BİR GECE
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi, Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar., Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin. Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum, Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi; Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni, Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep; Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet... Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Siyer ve İslâm Târihi müellifleri, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun
Rebiülevvel ayında bir pazartesi günü sabaha karşı olduğunda genellikle
ittifak etmişlerse de, ayın kaçıncı günü olduğu konusunda birleşememişlerdir.
Rasûlüllah (s.a.s.) 1 Rebiülevvel 11 H./27 Mayıs 632 M. târihine rastlayan Pazartesi günü öğleden sonra vefât etmiştir. (Bkz. Tecrid Tercemesi,9/298 ve 11/5-6) Sahih hadislerde, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'in 63 yaşında vefât ettiği belirtilmiştir (Bkz. Tecrid Tercemesi, 9/298, Hadis No. 1442 ve 11/33, Hadis No.1671)
Rasûlüllah (s.a.s.)'in, Hz. Mâriye'den olan oğlu İbrâhim'in vefât ettiği gün,
güneş tutulmuştu. (Bkz. Buhârî, 2/29-30; Tecrid Tercemesi, 3/428, Hadis No.
547) Mısır'lı Muhammed Felekî Paşa, yaptığı hesaplama ve araştırma sonucu, bu
tutulma olayının, Milâdi 632 yılının 7 Ocak günü saat 8.30'a rastladığını
tesbit etmiştir. Rasûlüllah (s.a.s.)'in vefâtı, 1 Rebiülevvel 11 H/27 Mayıs
632 M. Pazartesi günü olduğuna göre, Muhammed Felekî Paşa bu tarihten 63
kameri yıl geri giderek, Rasûlüllah (s.a.s.)'in doğumunun 9 Rebiülevvel/20
Nisan 571 veya 2 Rebiülevvel/13 Nisan 571 pazartesi olması gerektiği sonucuna
varmıştır. Peygamberimizin en meşhûr ve Kur'an-ı Kerim'de geçen
isimleri; "Muhammed" ve "Ahmed"dir. Muhammed (s.a.s.) ismi Kur'ân-ı Kerîm'de
4 yerde (Âl-i İmrân Sûresi 144, Ahzâb Sûresi 40, Muhammed Sûresi 2 ve Fetih
Sûresi 19); Ahmed ismi ise 1 yerde (Saf Sûresi, 6) geçmektedir. Fetih Sûresinde bu ism–i şerif, ayrıca "Rasûlüllah" olarak vasıflanmıştır. Saf Sûresinin 6. âyetinde ise:
"Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları! Doğrusu ben, benden önce indirilen Tevrât'ı tasdik edici, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygemberi de müjdeleyici olarak, Allah'ın size gönderilmiş bir peygemberiyim demişti..." buyrulmuştur.
Bu ayet-i celilede Hz. İsâ'nın, kendinden sonra "Ahmed" adında bir peygamberin geleceğini müjdelediği bildirilmektedir.
Bugün elimizde, Hz. İsâ'ya indirilen İncil'in orjinal nüshası bulunmayıp, ondan çok sonraki târihlerde kaleme alınmış muharref nüshalar bulunduğundan Hz. İsâ tarafından verilen bu müjdenin aslını bugünkü İncillerde aynen bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak Yunanca'dan Türkçe'ye çevrilen Yuhanna İncili'nin 14. babı'nın 26 âyeti şöyledir:
"Baba'dan size göndereceğim "Tesellici", "Babadan çıkan hakikat Ruhu geldiği zaman benim için o şehâdet edecektir."
Burada geçen "Tesellici" kelimesi, İncilin Yunancasında "Faraklit" dir. İncil'in eski Arapça tercemelerinde bu kelime "Hammâd" veya "Hâmid" olarak terceme edilmiştir. Nitekim bir kısım Hıristiyan bilginleri de bu kelimeyi "Hammâd, yani çok hamd eden kimse olarak açıklamışlardır ki aşağı yukarı "Ahmed" anlamındadır.
İncil'deki "Faraklit" kelimesini "Tesellici" diye terceme etmiş de olsalar,
Hz. İsâ ile Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında bilinen bir peygamber bulunmadığına
ve günümüze kadar da zuhûr etmediğine göre, Hz. İsâ'nın gönderileceğini
bildirdiği "Tesellici" veya "Faraklit" Rasûlüllah (s.a.s.) den başka kim
olabilir?
Buhârî'nin Cübeyr b. Mut'ım'den rivâyetine göre, Hz. Peygamber (s.a.s)'in eski kutsal kitaplarda, eski ümmetlerce bilinen üç adı daha vardır: Mâhi, Hâşir, Âkıb. Bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bana âit beş yüce isim vardır. Ben Muhammed ve Ahmed'im. Ben Mâhi'yim, ki
Allah benim (nübüvvetim)le küfrü izâle edecektir. Ben Hâşir'im ki (kıyamet
gününde) insanlar benim ardımdan haşrolunacaklardır. Ben Âkib'im, Çünkü
peygamberlerin sonuyum. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Adnân'a kadar kesintisiz bilinen nesebi sırasıyla şöyledir:
Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdümenâf, Kusayy, Kilâb, Mürre, Kâab,
Lüey, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, en-Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs,
Mudar, Nizâr, Meadd, Adnân, Annesinin nesebi de şöyledir:
Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü üzere her iki tarafın
nesebi Kilâb'da birleşmektedir.
Rasûlüllah (s.a.s.)'in hayatında
şakk-ı sadr olayı bir kaç defa olmuştur. İlki, süt annesi Halîme'nin yanında
iken meydana gelmiştir. Melekler, göğsü. İlk vahyin gelişinden önce de, vahyin
ağırlığına dayanabilmisi için, şakk-ı sadr olayının tekrarlandığı rivâyet
edilmiştir. Mirâc mucize'sinden önce de Cebrâil (a.s.) Rasûlüllah (s.a.s.)'in
göğsünü açıp "zemzem suyu" ile yıkadıktan sonra imân ve hikmet doldurmuştur.
Abdülmuttalib'in çeşitli zevcelerinden 10 oğlu ve 6 kızı vardı. Bunlar içinde
Hz. Ali'nin babası Ebû Tâlib ile Peygamberimiz (s.a.s)'in babası Abdullah ana
baba bir kardeşti. Oğulları: Abbâs,
Hamza, Abdullah, Ebû Tâlib (asıl adı Abdimenâf) Zübeyr, Hâris, Hacl, Mukavvim,
Dırar, Ebû Leheb (asıl adı Abduluzza) dır. Kızları ise:
Safiyye, Ümmü Hakim el- Beyda, Âtike, Ümeyme, Eravâ, Berre.
Kelime Açıklamaları:
Hasrân: Sapıklık, aldanma-Mamûre-i dünya: Dünyada insanların yaşadığı yerler,
kalkınmış ülkeler- Beter: daha kötü-Beşer: İnsan cinsi, bütün insanlar-Dişsiz:
(burada) güçsüz, zayıf, kimsesiz- Fevza: Kargaşa, anarşi-Âfak:
Ufuklar- Ufuk: Uzaklara bakıldığında yeryüzünün gökyüzüyle birleşmiş
gibi görünen yeri- Zemin: Yeryüzü. Şark: Doğu ülkeleri-Tefrika:
Fikir ayrılığı-Nefha: Üfürme- Mâsûm: Günahsız-Hamle:
Atılma, saldırma-Kayser: Bizans imparatorlarına verilen ünvan- Kisrâ:
İran hükümdarlarına
verilen ünvan-Acz: Güçsüzlük- Zevâl: Yok olma- Şer'i mübin:
İslâm dini-Şehbal: kanat, kanattaki uzun tüyler-Adl:
adalet-Medyûn: Borçlu, Beşeriyyet: İnsanlık Mahşer: Kıyâmette insanların toplanacağı yer Haşretmek:
Kıyâmet günü insanları dirildikten sonra mahşerde toplamak.
|
II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN GENÇLİK DÖNEMİ
Sayfa Başı
1- EBÛ TÂLİB'İN HİMÂYESİ Peygamberimizin hayâtının sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar olan dönemine "gençlik devresi" denilir. Bu devrede Rasûlullah (s.a.s.) amcası Ebû Tâlib'in yanında, onun himâyesi altında bulunmuştur.
Ebû Tâlib, zeki ve âlicenâb bir zâtdı. Zengin olmamakla beraber, asâleti ve âlicenâplığı sebebiyle herkesten saygı görüyordu. Yeğeni Hz. Muhammed'i çok seviyor, hiç yanından ayırmıyordu.
2- SEYÂHATLERi a) Şam Seyâhati
Mekke iklimi zirâate elverişli olmadığından, Mekkeliler ticâretle uğraşırlar, çocuklarını da ticârete alıştırırlardı. Ticâret için kervanlarla, yazın Şam'a, kışın Yemen'e seyâhet ederlerdi. Ebû Tâlip de diğer Mekkeliler gibi kervan ticâreti yapıyordu. Bir defasında Şam'a giderken, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e amcasından ayrılmak zor geldi; kendisini de yanında götürmesini istedi. Ebû Tâlib çok sevdiği yeğenini kırmadı. O'nu da kafileyle beraberinde götürdü. Bu esnâda henüz oniki yaşındaydı.
Şam'ın 90 km. kadar güneyinde Busrâ (Eski Şam) denilen kasabada "Bahîra" adında bir Hıristiyan râhibi vardı. Kasabaya uğrayan kervanlarla hiç ilgilenmediği halde, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in içinde bulunduğu kervanı karşılayarak bütün kafileye bir ziyâfet verdi. Bahîra okuduğu kutsal kitaplardan edindiği bilgilerle, Hz Muhammed (s.a.s.)'in simâsından, O'nun istikbâlini sezmişti. O'nunla konuştu. Sorular sordu. Aldığı cevâplar, kanâatini kuvvetlendirdi. Şam yolculuğunun bu çocuk için tehlikeli olacağını düşündü. Ebû Tâlib'e:
-"Bu çocuk son Peygamber olacaktır. Şam Yahûdîleri içinde O'nun alâmet ve
vasıflarını bilen kâhinler vardır. Tanırlarsa, ihânet ve kötülüklerinden
korkulur. Bu çocuğu Şam'a götürmeyiniz..."dedi. Bu sözler üzerine Ebû Tâlib
Şam'a gitmekten vazgeçti. Alışverişini burada bitirip, geri döndü. Son Peygamberin geleceği ve O'nun bir çok vasıfları Tevrât ve İncil'de
bildirilmişti. Bu sebeple, Yahûdî ve Hristiyan bilginleri, O'nun alâmetlerini
ve vasıflarını biliyorlardı. Hicretten sonra Müslüman olan Medineli Yahûdi
âlimi Abdullah İbn Selâm'ın "Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Hz. İsa
(a.s.)'ın sıfatları vardır" dediğini, "Kütüb-i Sitte" denilen altı güvenilir
hadis kitabından Tirmizi'nin es-Sünen'inde rivâyet edilmiştir."
Gülünç Bir İddiâ Hz. Muhammed (s.a.s.)'in 12 yaşında yaptığı bu seyâhatta râhip Bahîra ile görüşmesini, bazı Hıristiyan yazarlar, Hıristiyanlığın bir zaferi gibi göstermek istemişler, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bütün dinî esasları bu râhipten öğrendiğini iddia etmişlerdir.
Bu iddia son derece gülünç ve tutarsızdır. Oniki yaşındaki bir çocuğun, İslâm gibi mükemmel bir dinin esaslarını bir kaç saatlik görüşme esnâsında öğrenmesi mümkün değildir. Bu râhip bu esasları bilseydi, kendisi tebliğ ederdi. Eğer burada böyle bir konu konuşulsaydı, kafilenin gözü önünde yapılan bu konuşma ağızdan ağıza yayılırdı. Peygamberliğini ilân ettiği zaman inanmayanlar, "bunlar Bahîra'nın sözleri" demezler miydi? Üstelik İslâmiyet, Hıristiyanların "teslis" (üçlü tanrı sistemi) inancını tamâmen reddetmiş "Tevhid inancını" getirmiştir. Görüldüğü üzere, bu iddia son derece çürük ve çirkin bir iftirâdan başka bir şey değildir.
b) Yemen Seyâhati Hz. Muhammed
(s.a.s.) 17 yaşında iken de, diğer bir ticâret kafilesi ile amcalarından
Zübeyr ve Abbâs'la birlikte Yemen'e gidip gelmiştir.
3- FİCÂR SAVAŞINA KATILMASI
Müslümanlıktan önce (Câhiliyet Döneminde) Araplar arasında iç savaşlar eksik olmazdı. Yalnızca "Eşhür-i hurum" denilen dört ayda savaşmak haram sayılırdı. Bu dört ayda (Zilka'de, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaş yapılacak olursa fâcirane sayıldığı için buna "Ficâr Savaşı" denirdi.
Kureyş kabîlesi ile Hevâzin kabîlesi arasında kan davası yüzünden bir savaş başlamış, dört yıl sürmüştü. Savaş, kan dökülmesi haram olan aylarda da devâm ettiği için "Ficâr Savaşı" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) yirmi yaşlarında iken bu savaşa amcaları ile birlikte
katıldı. Fakat kimseye ok atmamış, kimsenin kanını dökmemiştir. Sâdece karşı
taraftan atılan okları toplayıp, amcalarına vermiştir.
4- HILFU'L-FUDÛL CEMİYETİNDE ÜYELİĞİ
Uzun süren Ficâr savaşı esnâsında Mekke'de âsâyiş bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştı. Özellikle dışarıdan mal getiren yabancıların malları yağmalanıyordu.
Vâil oğlu Âs, Mekke'ye gelen Yemen'li bir tâcirin bütün malını gasbetmiş, haksız olarak elinden almıştı. Yemen'li, Ebû Kubeys dağına çıkarak uğradığı haksızlığa karşı, bütün kabîleleri yardıma çağırdı. Yemenlinin bu feryâdı üzerine Peygamberimiz (s.a.s.)'in amcası Zübeyr, Kureyşin bütün ileri gelenlerini çağırdı. Hâşimoğulları, Zühreoğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, Abdülluzzaoğulları, Zübeyrin dâvetine icâbet ederek, Beni Temîm'den Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde toplandılar."Mekke'de zulmü önlemeğe yerli-yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeğe" karar verdiler. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edeceklerine yemin ettiler. Yemenlinin hakkını Âs'tan alıp geri verdiler. Mekke'de âsâyişi yoluna koydular.
Vaktiyle, Cürhümîler zamanında Fadl b. Hâris,, Fudayl b. Vedâa ve Mufaddal b. Fedâle isimlerinde üç kabîle başkanı, kabîleleri ile toplanarak,"Mekke'de zulme meydan vermeyeceğiz, zayıfların hakkını adâlet üzere alacağız..." diye yemin etmişlerdi. Onların bu yeminlerine "Hılfu'l-fudûl" (Fadılllar yemini) denilmişti. Cüd'ân oğlu Abdullah'ın evinde aynı konuda yapılan yemine de bu sebeple "Hılfu'l-fudûl" denildi.
Peygamberimiz (s.a.s.) 20 yaşında iken bu toplantıda amcaları ile beraber üye
olarak bulundu. Bu cemiyetin çalışmalarından son derece memnun kaldığını
Peygamberliğinden sonra: "İslâm'da da böyle bir cemiyete cağrılsam, yine
icâbet ederim", sözleriyle ifâde etmiştir.
|
III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN EVLİLİK DÖNEMİ
Sayfa Başı
1- TİCÂRET HAYÂTI Bütün Mekke'liler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de amcasıyle birlikte ticâret yapıyordu. Gerek çocukluğunda, gerekse ticâret hayâtında, dürüstlüğü ile tanınmıştı. Sözünde durmadığı, yalan söylediği, başkalarına zarar verecek bir davranışta bulunduğu, bir kimseyi incittiği asla görülmemiş; dürüstlüğü dillere destan olmuştu. Bu yüzden Mekke'liler O'na "el-Emîn" (her konuda güvenilir kişi) diyorlardı. O'nun bu yüksek ahlâkını öğrenen Kureyşin zengin kadınlarından Hatice, kendisine sermâye vererek ticâret ortaklığı teklif etti. Böylece Peygamber (s.a.s.) ile Hatice arasında ticâret ortaklığı başladı.
2- HZ. HATİCE İLE EVLENMESİ
Kureyşin Esed oğulları kolundan Huveylid kızı Hatice zeki, dirâyetli, şeref ve asâlet sâhibi, 39-40 yaşlarında zengin ve güzel bir hanımdı. Daha önce iki defa evlenmiş ve dul kalmıştı. Kureyşin ileri gelenlerinden pek çok isteyenler olmuş, fakat hiç biri ile evlenmemişti. Güvendiği kimselere sermâye vererek ticâret ortaklığı yapıyor, böylece servetini artırıyordu. Yüksek ahlâk ve âli-cenâblığı sebebiyle, kendisine Müslümanlıktan önce "Tâhire" denildiği gibi, sonra da "Haticetü'l-Kübra" denilmiştir.
Hz. Hatice bir ticâret kafilesiyle Peygamberimiz (s.a.s.)'i Şam'a gönderdi.
Kölesi Meysere'yi de hizmetine verdi. Fakat Hz. Peygamber (s.a.s.) Şam'a
kadar gitmedi; malları Busra'da satarak geri döndü. Çünkü Bahîra'nın
ölümünden sonra yerine geçen Râhip Nestûra da, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in
Şam'a gitmesini uygun bulmamıştı. Üç ay kadar sonra, Hz. Muhammed
(s.a.s.) beklenilenin çok üzerinde kazanç elde ederek döndü. Hz. Hatice, bu
büyük insanın emniyet, dürüstlük ve gayretine hayran oldu. Daha sonra araya
vasıtalar girdi; evlenmeleri kararlaştırıldı. Bu esnâda Hz.Muhammed (s.a.s.)
25, Hz Hatice ise 40 yaşlarındaydı. Nikâh, Hatice'nin amcazâdesi,
Varaka oğlu Nevfel tarafından Hz. Hatice'nin evinde kıyıldı. Ebû Tâlib ile
Varaka birer hitâbede bulunarak, her iki âilenin üstünlük ve meziyetlerini
dile getirdiler. Esâsen, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz. Hatice'nin nesebleri
Kusayy'da birleşir. Hz. Hatice'ye 20 dişi deve mehir verildi. Nikâhtan sonra develer kesilerek dâvetlilere ziyâfet çekildi.
Evlenmelerinden sonra, Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. Hatice'nin evine geçti. Örnek ve mutlu bir âile yuvası kurdular. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e derin bir saygı ve sevgi ile bağlıydı. Peygamberliğinden önce olduğu gibi, Peygamberlik devrinde de en büyük yardımcısı oldu. Yüksek ve eşsiz ruhlu bir hanım olduğunu gösterdi.
Peygamberimiz (s.a.s.)'de ondan son derece memnundu. O devirde çok evlilik âdet olduğu ve bir çok teklifler aldığı ve aralarında yaş farkı da bulunduğu halde, onun üzerine evlenmedi; ölümünden sonra da onu hep hayırla andı.
3- HZ. PEYGAMBER (S.A.S)'İN ÇOCUKLARI
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Hz. Hatice'den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere sırasıyla, Kaasım, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah adlarında altı çocuğu oldu. Arablarda ilk çocuğun adı ile künyelendirme âdet olduğundan Hz.Peygamber (s.a.s.)'e de "Ebü'l-Kaasım" denildi. Kaasım ile Abdullah küçük yaşta öldüler. Kızları büyüdüler. Fakat Fâtıma'dan başka hepsi de babalarından önce vefât ettiler. Yalnız Fâtıma, Peygamber (s.a.s.)'in vefâtından sonra altı ay daha yaşadı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s), kızlarının en büyüğü Zeyneb'i Ebu'l-Âs ile
evlendirdi. Ebü'l Âs, Müslüman olmadığı için, Zeyneb'in hicretine izin
vermemişti. Bedir Savaşında esir düştü. Zeyneb'i Medine'ye göndermek şartı
ile serbest bırakıldı. Daha sonra Müslüman olarak Medine'ye geldi. Zeyneb'i
tekrar aldı. Rukiyye ile Ümmü Gülsüm'ü, amcası Ebû Leheb'in oğullarından Utbe ve Uteybe ile evlendirmişti. İslâmiyetten sonra Ebû Leheb, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan düşmanlığı sebebiyle oğullarına eşlerini boşamaları için baskı yaptı. Onlar boşadıktan sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Rukiyye'yi Hz. Osman'la evlendirdi. Rukiyye'nin ölümünden sonra da Ümmü Gülsüm'ü nikâhladı. Bu yüzden Hz. Osman'a "iki nûr sâhibi" anlamına "Zi'n-nûreyn" denildi.
En küçük kızı Fâtıma'yı ise Hz. Ali ile evlendirdi. Hasan ve Hüseyin, Hz. Fâtıma'nın çocuklarıdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in nesli, Hz. Fâtıma ile devâm etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in Mısırlı eşi Mâriye'den de İbrâhim adlı bir oğlu olmuş, fakat Hicretin 10'uncu yılında henüz iki yaşına girmeden ölmüştür.
4- KÂBE'NİN TÂMİRİNDE HAKEMLİĞİ (605 M.)
Hz. İbrâhim ve Hz. İsmâil tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile harabolmuş, tâmir edilmesi gerekmişti.
Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler.
Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrâhim'in yaptığı
temele kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; "Hacer-i
Esved"i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş'in bütün kolları,
bu şerefin kendilerine âit olmasını istiyordu. Anlaşmazlık dört gün sürdü,
kan dökülmek üzereydi ki, Kureyş'in en ihtiyarı Ebû Ümeyye veya Huzeyfe b.
Muğîre"Harem kapısından ilk girecek zâtın hakem yapılarak, onun vereceği
karara uyulmasını" teklif etti. Bu teklif kabul edildi. Az sonra kapıdan Hz. Muhammed (s.a.s) girmişti. Buna o kadar sevindiler ki, "el-Emîn, el-Emîn, O'nun hakemliğine râzıyız..." diye bağrıştılar.Yanlarına gelince, durumu anlattılar.
Hz. Muhammed (s.a.s.), üzerine Hacer-i Esved-i koyduğu yaygının uçlarını
Kureyşin ulularına tutturdu; hep berâber, konulacağı yere kadar taşıdılar.
Hz. Peygamber (s.a.s.)'de taşı alıp yerine yerleştirdi. Anlaşmazlığın bu
şekilde çözümlenmesi herkesi memnûn etti. Böylece büyük bir felâket önlenmiş
oldu. Bu olay, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in zekâ ve dirâyeti yanında, O'nun Mekkeliler arasındaki sonsuz itibâr ve güvenini de göstermektedir. Bu esnâda Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) 35 yaşında idi.
Kâbe'nin tâmirinde Hz. Peygamber (s.a.s.) de bizzât çalışmış, taş taşımış,
hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Bir defa, amcası Abbâs'ın sözüne
uyarak, taş acıtmasın diye elbisesini omuzuna topladığında vücûdu
açılıverince baygın halde yere düşmüştü. Rasûlullah (s.a.s.) o andan sonra
hiç üryân görülmemiştir.
|